28 Ağustos 2014 Perşembe

2 Broke Girls


Yaz ayının mini dizileri (20 dk lık dizileri böyle adlandırıyorum)  kaldığı yerden devam ediyor benim için. Hergün bir kaç bölümü bitirmeden kepenkleri indirmiyorum. 
Öncelikle söylemeliyim. Çok aşık olunası bir dizi değil, bir iki bölüm ile sizi tamamen bağlayıp meraklandırmaz. Sitcom yani durum komedisi türünde bir dizi. Kahkaha atmıyorsunuz ama eğleniyorsunuz. Bol bol karakterler arası iğnemeleme, akıl ürünü cümleler ile karşılaşıyorsunuz. Devletlere, onların bazı tabular ile bilinen özellikleri üzerinden espriler dönüyor. Ünlülere laf dokunduruluyor, eleştiriliyor.

Dizinin konusu; Max (soldaki) ve Caroline (sağdaki) bir restorant da çalışan 2 garson. Max fakirlik ve acılar üzerine kurulu kötü bir hayat yaşamış fakat mizahını buradan kazanmış bir genç kızımız :) Caroline ise ülkenin sayılı zenginlerinden ve hayatı tamamen konfor içinde geçmiş. Caroline'ın babası kara para ve hırsızlık yüzünden hapse atılınca ve  tüm mal varlıklarına el konulunca, bu restorantta işe başlar ve kalacak yeri de olmadığı için Max'in ev arkadaşı olur. 
Max elinde de görebileceğiniz üzere çok lezzetli olduklarını düşündüğüm ve ağzımın suyunu akıtan cupcakeler yapmaktadır. Carolina bunu bir iş fırsatına dönüştürmeye karar verir ve Max'i ikna eder. 
Şimdi tek hedefleri kazandıkları tüm paraları biriktirerek bir cupcake dükkanı açmaktır. Böylece başlarından geçen maceraları izliyoruz. Her bölümün sonunda ne kadar para biriktirdiklerini trink şeklinde göstermektedir. :) 
İzlemesi zevkli bir dizi. 

İlk misafir blog yazım

Hey, ben ilk misafir blog yazımı yazdım. ☺️  Hazioz' a çok teşekkür ederim bunun için. 


İşte, yazı.  

24 Ağustos 2014 Pazar

Değişim Rüzgarları

Hiç alışkanlıklarınıza sıkı sıkı bağlı olduğunuzu düşündünüz mü? Bizi biz yapan şeyler, tanımlayanlar, zevklerimiz... Ben değişimi kolay kolay kabul etmezdim. Beni ben yapan şeylere sıkı sıkı bağlanırdım. Damak zevkinden başlayacak olursak, annemin ısrarla bir tadına bak belki seveceksin, tatmadan nereden biliyorsun şeklindeki ısrarlarına ve sevmediğim herşeyi hergün şundan yer misin şeklinde sorularına güçlü bir irade ile karşı çıkıyordum. Bir gün kızgınlıkla değil ama meraktan "Neden hergün sevmediğim şeyi yermiyim diye soruyorsun, dünde hayır dedim" şeklinde sordum. "Belki bugün zevkin değişmiştir" dedi. 
Hayal gücü ve istikrarı beni gerçekten şaşırttı. 
Şu an hala daha bir çoğuna bağlıyım yada yasaklıyım ama yine de açık bir kapı bırakıyorum. Değişimin bi kucaklamasına izin veriyorum. Eğer şu an yemediğim bir yemek, bir alışkanlık, yapmadığım bir davranış bana göre değilse bu hiç bir zaman olmayacağı anlamına gelmez. Bazı şeylerin zamana ve hayatımızda ki başka şeylerin değişimine ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. 
Eskiden mantarı ağzıma sürmezdim, şu an en sevdiğim yemek. Bunun ne zaman nasıl olduğunu bilmiyorum ama annemin ısrarları yüzünden olmadığı kesin :) Bazen başka birisinde bir yemeği tatmak (her zaman çok tatlı gelir, başkasında yenilen bir yemek) yada farklı pişirme usülleri, soslar ile beyninizdeki o 'hoşlanmıyorum' imgesi kalkıyor ve başka birşeye dönüşüyor. 
Halen daha sütlü tatlılardan hoşlanmıyorum, belki ilerde. Ama yeni tatlar, bilmediğim mutfaklar denemeyi seviyorum. Dünya mutfakları yazım ve İstanbul'da umutsuzca denemeye çalıştığım bu aktivetinin yazısı da yakında gelecek. 
Düşünülünce ortalama bir insan 70 yıl yaşasa ve 70 yıl boyunca zevki hiç değişmese bu hayat ne yazık olurdu. 




Yazıya ek yapacak olursak ve ikinci ayağı şu olursa; 

Ben bir çeşit ev kuşuyumdur. Evde tek başıma zaman geçirmeyi çok severim. Yapacak o sınırlı gibi gözüken şeylerin içinde birçok şey bulurum. Yani öyleydim. Şu sıralar kendimi kitap okumak için de olsa dışarıya atmaya çalışıyorum. Tek başıma da pek fazla çıkmazdım. Ama şimdi tek başıma zaman geçirebileceğim ve İstanbul'un kalabalığından da bıktığım için sakin mümkünse doğa da kitap okumak için yerler aramaktayım. Bu kadar söz öbeğini okumaktan yorulmamış hala tek bir insan varsa tavsiyelerinize açığım ☺️

Yazının yazıldığı yer: Fethipaşa Korusu Sosyal Tesisleri

23 Ağustos 2014 Cumartesi

Ruh doktoru

"Ben, ruh doktorlarına her zaman iyi açıklayamayacağım, fakat önüne geçilmez bir yakınlık gösteririm. Anormaller üzerindeki deneyleri, bana öyle geliyor ki, onlara normallerinkinden daha canlı, daha ince bir zeka veriyor. Yazar olmaya ve insanları tanımaya çalışan benim için, onların konuşmaları pek değerli bilgilerle doludur. "

İnsan Sarrafı-Andre Maurois

22 Ağustos 2014 Cuma

Insan Sarrafı-Andre Maurois / Fransız Yazar


Milliyet yayınlarından çıkmış ve araştırmama göre başka bir basımı olmayan bu kitap bize nasıl geldi hiç bir fikrim yok, bu edebiyat serisinden iki kitabına daha sahibim. Belki zamanında gazete veriyordu bilmiyorum. 

Yeni yazarlar, değişik kitaplar ve evdeki okunmamış kitapları azaltma isteğim son sürat devam ediyor. Bu kitaba başlarken sadece isminden yola çıkarak uzun bir yazı ele alınmıştım, işte burada
Meğersem insan sarraflığı ile pek alakası yokmuş. 

Öncelikle yazardan bahsetmek istiyorum. Kitabın arkasında yazdığı üzere 1885-1967 yılları arasında yaşamış olan Fransız yazar, felsefe alanındaki denemelerinin yanı sıra romanlar, eleştiri, inceleme, çocuk öyküleri dallarında da yapıtlar vermiş. Tanınmış kişilerin yaşamlarını romanlaştırdığı kitaplarıyla dikkat çekmiş. Victor Hugo, Voltaire, Balzac gibi önemli yazarların biyografilerini yazmış. Yapıtlarında psikolojik derinlikler göze çarpar, ayrıca ince bir alaycılık ve fantastik öğelerle yazdıklarına zenginlik kazandırmıştır diyor. 

Kitaba gelecek olursak, kitabın tamamı baş karakterimiz tarafından eski savaş yıllarında bulunduğu birliğe doktor olarak atanan Doktor James ile olan arkadaşlığını ve yıllar sonra biraraya geldiklerinde yaşadıkları küçük sırrı anlatıyor. 
Doktor James, ölümden sonra ruha ne olduğunu, karakterin ruh ile beraber mi geldiğini, ruh eğer başka bir canlı da tekrar yaşam bulursa o yaşanmışlığa kişiliğe ne olduğunu araştırıyor ve dostuyla bu tarz sohbetler yapıyor. Bir yandan da çalıştığı hastane de ölen insanların cesetlerini tartıyor ve ölümden kısa bir süre sonra üç aşamalı olarak ağırlıkta azalma olduğunu keşfediyor. Yaklaşık miligramın yüzde on yedisi olan bu azalmanın ruh olup olamayacağı tespit etmeye çalışıyor. 

İngilizce çalışanlara minik bir tavsiye.

Bazen öyle uygulamalar, siteler, kişiler yada bilgilerle karşılaşıyorum ki bunu herkesin bilmesini istiyorum. 
Bu site de onlardan biri, özellikle altyazısız film izleyemiyorsanız yada listeninglerden sıkılıyorsanız bu site en iyi dostunuz olacak. 


Siteye buradan ulaşabilirsiniz. 

Site de eğer isterseniz öncelikli olarak kayıt olmadan misafir olarak katıl seçeneğine tıklayıp daha sonra ana dilinizi seçerek işe başlayabilirsiniz. 

Bu site filmlerden, çizgi filmlerden, şarkılardan, belgesellerden birer cümlelik konuşmaları görüntüsüyle beraber sunuyor, sizde ne demek istediğini aşağı da verilen iki seçenekten hangisi olduğunu bulmaya çalışıyorsunuz. 

Bir konuya bağlı kalınmadığı için başında sizi uzun süre tutması gerekmiyor. Bu benim için en iyi seçilinebilir özelliklerden. 

İngilizce için sizinde favori siteleriniz varsa kesinlikle tavsiyelerinizi beklerim. İngilizce, ne kadar ilerlesem de hala üzerinde çalıştığım bir konu. 

20 Ağustos 2014 Çarşamba

Gaipten gelen şarkılar

Bu aralar bu üç şarkıya takmış bulunmaktayım. Suyunu çıkarana kadar dinleyeceğim şarkılar olacak sanırım. Sonra da unutulup giden ve yokluğa karışan. Ama bu blog niye var? İşte buyüzden var.
Öncelikle bana hizmet etmeli.


*


Bir yaşlılık belirtisi olarak da en çok dinlediğim şarkıların adını bile ezberleyemiyorum

17 Ağustos 2014 Pazar

Notos ve Julio Cortazar

Belki de bir çok kitap ve edebiyat severin bildiği o dergiyle yeni tanıştım. Notos. 2 ay da bir yayınlanan edebiyat dergisi. Ben çok beğendim ve almaya da devam edeceğim. Ben kitap okuyamam sıkılıyorum bırakıyorum kısa birşeyler lazım derseniz tam da size göre aslında çünkü içinde çeşitli yazarların öykü ve söyleşileri yayınlanıyor. Sadece bu yolla bile baya bilgi sahibi olunabilir.
Dergi benim de şansıma her yıl üç sayısını yazarlara ayırmaya karar vermiş. Bu sayısında o yazar Julio Cortazar. Yani Notos ile tanışmam Cortazar ile tanışmam ile beraber başlıyor böylece. Şanslı hissediyorum.



Julio Cortazar, 1914'de Brüksel-Belçika'da doğmuş. Arjantin'de eğitim görmüş ve Arjantin'in en önemli yazarı olarak bilinmekteymiş. UNESCO'da çevirmen olarak çalışmak üzere Paris'e yerleşmiş, en ünlü kitaplarını da bu kentte yazmış ve Paris' de ölmüş. 


Doğumunun 100. Yılı olması sebebiyle dünyanın bir çok ülkesinde Cortazarı anmak için çeşitli etkinlikler yapılıyormuş bu yıl. Türkiye'de de 9 Mayıs Ankara, 14. Ankara Öykü Günleri kapsamında Cortazar'ı anmak için "Kıskanılan bir yazar: Julio Cortazar" adı altında bir toplantı düzenlenmiş. Notos da yine aynı sebeple yazara yer vermiş ve yaklaşık 40 sayfa yer ayırmış bunun için. Bu sayfalarda, yazar tanıtımları, başka büyük yazarların Cortazar ile ilgili daha önceden yayınlanmış yazıları ve anıları, Cortazarın yazmış olduğu yazı-düşünce-şiir-öyküler yer almakta. Kısaca onu tanımamız için herşey! Sanırım buna ihtiyacımız var çünkü yazar için anlaşılması güç bir yazar olduğu sık sık dile getirilmiş.


Semih Gümüş, Cortazar okumak önsözünde, "Cortazar'ın romanları ve öyküleri çetin cevizdir. Anlaşılması için hem yüksek bir okuma kültürüne sahip olmak gerekir, hem de bazen birkaç kez okumak. " demiş.

Ayrıca, "Cortazar özel bir yazar. Onun gibi yazarları okudukça insanın bilişsel yetileri gelişir. Zihni açılır. Beynindeki ölü hücreler canlanır. İşleyen aklı ışıldamaya başlar. " kısımları beni ayrıca meraklandırdı.




Son olarak, Pablo Neruda kendisi için "Cortazar okumamış insan bir kader kurbanıdır. Eserlerini okumamak korkunç sonuçları olan, sinsi ve ölümcül bir hastalıktır. Hiç şeftali yememiş bir insanın durumu gibi. Kişi yavaş yavaş mutsuzlaşır... ve belki de azar azar saçları dökülür. " şeklinde birazda tatlı bir abartma sanatı ile kaybımızı anlatmış.



Cortazar'ın edebiyat dışında ilgilendiği şeyler arasında mitoloji, antropoloji, psikoloji, boks, sinema ve fotoğrafçılık da var. Bknz: wikipedia 



                                                      Ayrıca o bir kedi sever.



Ben kendini kitap kurdu olarak nitelendiren ve bir duvar dolusu kitabı olan bir kişi olarak, bu şekilde tasvir edilen bir insanı hiç duymamış olduğum için üzüldüm açıkçası. Hazır Kadıköy'den de geçerken Akmar'a kitapları incelemek için bu yazarı sordum ve kitapçı da çalışan çoğu kişi ismini hiç duymamış yada bilmiyormuş gibi yok dedi.
Neyse ki bir kaç D&R da tek tük de olsa kitaplarını buldum. Bu yazar okunacaklar listeme eklendi. Ve bu yazıyı, bilinçlenmeyi biraz da kendime hatırlatmak için yazdım.


16 Ağustos 2014 Cumartesi

Sıradaki yazar, öykücü Cortazar.

Sanki,  bir önceki okuduğum kitabım ve buraya yazdığım yazım ile Marquez ile ilk defa tanıştım. Evet hep uzaktan görüyordum onu ama tanımıyordum.
Şimdi bir sonraki okuduğum edebiyat dergisi ile o beni en yakın arkadaşıyla tanıştırdı. Ve o arkadaşını ne yazıkki görmüyor duymuyordum bile!

Size de oluyor mu bilmiyorum, bazen bir şeyden hoşlanıyorum. Seçiyorum onu. Daha sonra hoşlandığım başka birşeye götürmüş oluyor beni. Yani sevdiğim bir yazar keşfetmeye çalıştığım bir yazarın yakın dostu çıktı. Ne dolandırmışım lafı ama :)




Evet bildiğiniz gibi vaktim bol, okul, iş vs hiç bir yere bağlı değilim şu sıralar. Genellikle böyle zamanlarda boşluğa düşülür, fakat ben bir görev iş gibi edebiyat ile uğraşıyorum. Yeni yazarlar keşfetmece, bildiklerimi genişletmeye çalışıyorum. Edebiyat denizinde bilinmezliklere kulaç atıyorum :) sanki şu ana kadar ki olan okul hayatı yüzünden bastırılmış ilgilerim fışkırıyor. Bunu bir blog yoldaşlığı ile yapmak da ayrı bir keyif.

14 Ağustos 2014 Perşembe

Göcek

Gönül rahatlığıyla şu ana kadar ki yaşadığım en güzel ve dinlendirici tatildi diyebilirim. Klasik olacak ama Göcek yeşil ve mavinin buluştuğu ve  hala daha bakirliğini koruyan yerlerden biri.

Biraz wikipedia bilgisi ile başlayabiliriz kanımca. Göcek, Muğla'ya bağlı Fethiye ilçesinin bir mahallesi. Küçük şirin bir yer. Adını yöre halkının göç zamanını hadi göçek şeklinde haberleşmesi sonucu zamanla alındığı rivayet ediliyor. 

Fethiye benim yıllardır görmek istediğim gidilecek yerler listesinde olan bir yerdi. Fakat gidenler genellikle iyi bir şekilde tavsiye de bulunmaz ve göründüğü kadar güzel değil derlerdi. 


Öncelikle tatil planımı otelleri araştırarak yaptım. Booking.com bu iş için biçilmiş kaftan. Öyle böyle gezerken Göcek' e rastladım ve çok beğendim. Öncelikle söylemeliyim ki Fethiye ve çevresinde sebebini anlamadığım üzere herşey dahil sistemi pek fazla yok. Oteller genellikle kahvaltı seçeneği sunuyor. 



                                                        Göcek Çarşısı

Benim tercihim Hotel Forest Gate oldu. Otelin sunduğu seçenekleri ve özelliklerini internetten aratarak bulabilirsiniz fakat ben kendi düşüncelerimi yazacağım. 

Ramazan ayında gittiğimiz için otel bomboştu. Bu benim için ayrı bir şans ve göz kırpma oldu :)
Otelin sahibi çok cici bir insan ailesiyle birlikte orada odalardan birinde kalıyor. Otel çalışanlarından çok memnun kaldık. Siz birşeyi düşünmeden ve istemeden sizden önce düşünüyorlar. Otel içerisindeyken asla izlenildiğinizi düşünmüyorsunuz rahatsız olmuyorsunuz ama ne zaman ihtiyacınız olsa orada bitiveriyorlar :) 
Otel adından da anlaşılacağı üzere ormanın içinde fakat yürüme mesafesinde Göcek Çarşısına ulaşabiliyorsunuz. Otelde tek duyabileceğiniz kuş sesleri ve sessizlik. Ben genellikle denize sıfır otelleri tercih ederim ve ilk defa huysuzluk yapmak yerine memnun kaldım. :) 



                                                Otelden bir sabah keyfi

Göcek' de 6 adet yat limanı bulunuyor. Burası eskiden sadece teknelerin bakım ve ihtiyaçlarını gidermek için durdukları bir yermiş. Yani sahili yok! Kısaca Göcek'de plaj çantanızı alıp denize gidebileceğiniz bi yer yok. O zaman nedir Göcek'i bu kadar tercih edilebilir yapan?  Kullanılabilir bir kaç seçeneğiniz var.





  • Tekne turları. En az bir kere denemeniz gereken harika bir deneyim. Koylar ve denizin suyu, rengi, temizliği müthiş. Hele bir de her yanaşılan koyu tek tek anlatan bir kaptan bulursanız süper. Yada gitmeden siz araştırabilir, bilgi edine bilirsiniz. Böylece daha anlamlı ve özel oluyor. Mesela Kleopatra Hamamı (Koyu), Kleopatra'nın güzelleşmek için yaptırdığı bir yer olduğu söyleniyor. Rivayete göre orada bir kez yüzen biri güzelleşirmiş :) Biz bir fark göremedik ama olsun. Belki bu güzelleşme manevi bir güzelleşmedir. Bir diğer aklımda kalan koy Bedri Rahmi koyu, oranın da sıradışı bir öyküsü var. Bedri Rahmi ölmeden önce oralarda çok az bulunan bir balık türünü tatmak istemiş, bütün balıkçılara haber salmış fakat sanırım bu gayesine ulaşamamış. Daha önceleri Taşyaka Koyu olarak bilinen bu yere gelmiş ve bir balık resmi çizmiş. Balık resminin içinde çeşitli gizli kısımlarda bulunuyor. Benim şuan görebildiğim ve hatırladığım göz kısmının bir yelkenli şeklinde olduğu. Tekne turlarının ücreti 50 TL. Tüm gününüzün orada geçeceği ve öğle yemeği de dahil olduğu düşünülürse oldukça uygun. 

  • Göcek konumu itibariyle bir çok güzel sahile yakın. Servis yada özel arabanız ile bir kaçına gidebilirsiniz. Bunlardan bazıları Fethiye, Marmaris, Ölüdeniz, Dalyan. Dalyanı özellikle çok övdüler ama ne yazıkki biz gitme fırsatı bulamadık. Benim asıl hayalim Fethiye Ölüdeniz'den tekne  ile gidilebilen Kelebekeler Vadisi. Kelebekler Vadisine giden tekne ücreti ise 20 TL. Ölüdeniz Sahili yine ayrı bir güzel. Suyun rengi insanı çok şaşırtıyor. Lacivert ile turkuaz arası bir renk, büyüleniyorsunuz. Fakat ne yazıkki sahil sahil kum değil taşlardan oluşuyor ve denize gidene kadar ya da suyun içinde yüzene kadar baya acı çrkebiliyorsunuz :) Bu sebeple burada bir çok kişinin ayağında deniz ayakkabıları vardı. 

Favori yerime biraz fazla iltimas göstermem gerek değil mi? İşte Kelebekler Vadisi resimleri;

                                              

                                  Bu bungalow evler çok hoşuma gitti. Adeta gel ve misafirim ol demiyor mu?


                                   Uyanmak ve çapaklı gözlerle buraya bakmak çok hoş olurdu. 



                         Bu balıkçığı sahilden baya uzakta buldum. Oraya nasıl geldiği hakkında hiç bir fikrim yok.





Farkettim ki bu blogu yazarken bilgi ve tavsiye aktardığım kadar, öğreniyorum da. Mesela  Ölüdeniz kumsalı yüzde seksen iki oyla 2006 yılında dünyanın en güzel kumsalı seçildiğini bilmiyordum. 

Son olarak Fethiye de  yapılması gereken en önemli şeyi atlamak olmaz: Yamaç Paraşütü. Bu tarz şeylerden hoşlanır mısınız, cesaret edebilir misiniz bilmiyorum ama bana kalırsa nereye gidiyorsanız gidin oranın hakkını vermek gerektiği, orayı olduğu gibi yaşamak gerektiği. Yamaç Paraşütü ve Kelebekeler Vadisinde kamp yapmak benim için bir sonraki sefere kaldı. Ama Yamaç Paraşütü yapıp da karaya ayak basan insanların yüzlerinden nasıl bir deneyim olduğunu anlamak zor değil. Benim okuyabildiğim; teslimiyet, keyif, bilinmezliklerde uçma ve en sonunda eşsiz bir rahatlama ve 'iyi ki'. 
Deniz paraşütü fiyatı ise 200 TL. 







12 Ağustos 2014 Salı

Suburgatory

Şimdi size benim favori dizilerinden olan Suburgatory den bahsedeceğim. Kendisi pek popüler bir dizi değildir ama olmalıdır. Çok sıcak ve sizi içine alıyor. Kalbinize, hayata ve maneviyata oldukça dokunuyor. Aynı zamanda komikte :)

Günlük hayatımızda bu karakterlere rastlasak kesinlikle önyargı silahlarımızı çıkarırdık ama bu dizi deki her kendine has ve farklı karakteri ayrı ayrı seviyorsunuz. Yani ben sevdim :) amma çok genelleme yapmışım :)



Bölümler sadece yirmişer dakikadan oluşuyor. Az ama öz. Bizim dizilerimiz gibi her ayrıntı verilerek izleyiciyi boğmuyor. Şuana kadar 3 sezon yayınlandı.
Dizinin konusu resimdeki ve 16 yaşında olan genç kızımızı tek başına büyüten bir babayı ele alıyor.
Bölümler New York'tan küçük bir banliyöye taşınmalarını ve oraya alışma süreçlerini anlatıyor.
Baba-kız her karşılaştıkları garipliklerle bir ekipcesine savaşıyorlar.

Benim gibi banliyö hayatını konu alan dizileri seviyorsanız beğeniceğinizi düşünüyorum. 

Not: Başrol oyuncumuz ve benim 16 yaşındaki kızımız diye bahsettiğim Jane Levy aslında 1989 doğumludur yani şuan 25 yaşında ve Shameless dizisini izleyenler varsa bilin bakalım oradaki rolü kim? Ben iki dizinin de hayranı olmama rağmen bu yazıyı yazana kadar farketmemiştim bile! Ne kadar uzak karakterler... Çenem düştü yine. Sustum. 

11 Ağustos 2014 Pazartesi

İş arıyorum



Bu aralar bu bloga takmış durumdayım. Güzelleştirmeye, zenginleştirmeye çalışıyorum.
Neden? Çünkü ben işsizim ve iş arıyorum. Yani vaktim bol :)
 Yeni mezun olan ben, bu durumun tadını çıkarmakla yeni bir şey için odaklanmanın tam ortasındayım. Çok fazla tedirgin bir insanım ve bu arama sürecinin uzamasından korkuyorum.
Hadi ben kaçtım. Bana şans dileyin.


İnsan Sarrafı

Bir sonraki kitap yazım insan sarrafı adlı kitap olacak. Bugün kitabımı aldım elime, şu sıralar yaşadığım yer olan balkonuma geçtim ve uzandım. Kitabı okumaya başladım ama kendi fikirlerim belirdi ve bir kitap öncesi yazısı iyi olur diye düşündüm.



       Ahh maalesef bu balkonda yaşamıyorum. Ama en az burada ki kadar keyif alıyorum. 

Hayatımda 'ben insan sarrafıyım' demeyen yada aksini düşünen tek bir kişiye bile rastlamadım. Birisi böyle dediği zaman her zaman gülümserim ve bunu söylerim.
İnsan sarraflığı aslında bizim hayatımız boyunca gördüğümüz, yaşadığımız, izlediğimiz, düşündüğümüz, insanlar tarafından yaşamak zorunda bırakıldığımız bütün o an'ların birikimi bana göre. Bu yüzden elbetteki her insan, belki de her hayvan, insan yada hayvan sarrafı olabilir. (Buradan Cesar Millian'a da bir selam çakmak istiyorum)
Ama yine de "insan sarrafıyım" cümlesi büyük bir iddia barındırıyor. Çünkü her türlü insanı, olayı, karakteri, niyetleri şıp diye bilebileceğinizi gösteriyor. Oysa ki sadece görüp, yaşayıp üzerinde düşündüğümüz o anları bilebiliriz sadece.

İnsan sarrafı olduğunu söyleyen bir ev hanımı, iş hayatındaki birinin olduğu gibi görünmeyerek seni alt etmek, kuyunu kazmak için neler yapabileceğini bilemez.
Her zaman yoğun ve bol kariyerli bir insan sarrafı da, evde oturarak elde edilen insan sarraflığını bilemez, anlayamaz. (Düşünmek için az ürün ama çok zaman vardır. Derinlemesine tahlil yapılınabilir. Hatta evde oturarak bir şeyleri fazla düşünerek olmadık sorunlar çıkarmak buradan gelir bana göre) Komşuların, onların neler düşündüğü, ne gibi dedikodulara maruz kalabileceğin, kimin iyi kimin art niyetli olduğu yada bütün o yarı açık yarı kapalı olan akraba ilişkileri ayrı bir insan sarraflığı kazandırır. 
Kısacası neye maruz kalmışsak onu bilebiliriz sadece.Bu sebeple ben bu kelimeden oldukça kaçınırım ve dilim çok nadir döner bu kelimeyi söylemeye.




Benim asıl ilgi alanım, gözlemlemek. Bir insan neyi neden yaptı, sözlerinde ki bazı şeyler ile ne demek istedi vs. gibi. Tabi ki paranoyak gibi sürekli anlam, işaret, hareket aramıyorum. Ben ormanda eteklerini tutup la lala la la şeklinde sekerek giden bir kız gibi yaşıyorum hayatı sonra da bir çiçeğin üzerinde uğur böceği görmüş gibi duraklıyorum. Yani o haraket, söz, neyin neden yapıldığı, bir oturuş, kalkış diğer bütün şeylerin içerisinde daha çok parlıyor. 

Hayat sırlarla dolu. Bazen bazı olaylara maruz kalıyoruz, belki acılara, belki insanların 'kendi olayları' yüzünden başkalarına normalin dışında davranmalarına. Ben o zaman o acının da etkisiyle oturup bunu neden yaptı diye düşünmeye başlıyorum, böylece kendi tarafımdan çıkıp onun tarafına geçmiş oluyorum. Bunu sizde deneye bilirsiniz. Güzel sebepler çıkıyor.
Daha sonra o insanı eğer sevmiyorsanız yine sevmek zorunda değilsiniz, sadece artık kırılmıyor veya üzülmüyorsunuz. Çünkü bu sizin değil onun olayı olmuş oluyor. Belki bu aşama da bir iki örnek güzel olabilir.
Mesela sürekli dalga geçme eğiliminde olan insanlar vardır. Gözleri ve zihinleri dalga geçilecek konu arar ve bitmek bilmez bir haha hihi. Ben bu tarz insanlardan uzak dururum. Çünkü bana göre onlar iki yüzlüdür. Bulundukları konumu gizler daha farklı davranırlar. Bunun sebebini düşündüm. Ve şunları buldum, o kişi dalga geçilmekten korkuyor. Kimse onu yadırgamasın istiyor. Popüler olmak istiyor. Çevresinde sürekli dolaşan bir koloniye ihtiyaç duyuyor. Tek başlarınayken pek de haha hihi modunda olmazlar genellikle :)
Peki neden bunları yapıyorlar? Çünkü insanlar, sen biriyle uğraştığın zaman seninle uğraşmazlar. Yani 1-0 kendini korumaya almış oluyor. Popülerlik de cabası. Her okulda sanırım bu tarz insan ve gruplar var. Diziler de ve özellikle türk dizilerinde bu örnekler abartılarak da sunulmakta.




Başka bir örnek, "eleştirme mekanizması" insan tipleri. Bunun sebebi yine bir önceki ile aynı yani eleştirilmek istemezler. Ama altında çok daha farklı bir şey yatıyor. Aşağılık kompleksi. Bir insan sizden daha aşağıda olduğunu hissederse size 1-2 kötü söz söyleyip yada olumsuz bir şekilde eleştirip sizi aşağıya çekmek isteyebilir. Böylece eşit olabilirsiniz.
Burada bahsettiğim eleştiri kötü tarzda olanıdır daha çok aşağılama içerikli olandan. Yoksa yapıcı, çözüm arayan, yardımsever, daha iyisi olması için eleştirilen eleştiri tipini herkes ister ve benimser.

Bunlar benim gözlem ve düşüncelerim. Aslında tamamen "kendini koruma" ve olumsuz enerjiden uzak durma çabasıyla geliştirilmiş düşünceler. Kim bilir bir kaç yıl sonra bu yazıyı okuduğum zaman hangilerine katılacağım, hangilerini eksik bulacağım, hangilerini unutmuş olacağım. Ama kesinlikle gülümseyeceğim. 
Bu düşünerek, sebepler arayarak bularak düşünme işlemi bizim kalkanımız. İçeriye girmelerine izin vermeyin!

P.S: Çok fazla olumsuz şey ve enerjiden bahsettiysem affola. Sadece bazen güzel yerlere gitmek için kötü yollardan geçmek gerekebiliyor.

10 Ağustos 2014 Pazar

Benim Hüzünlü Orospularım, sevdiğim sözler.

" Her ne olursa olsun, yaşadığın güzelliği kimse alamaz elinden. "

" Aşık olarak düzüşme zevkini denemeden ölmeye kalkma sakın. "

" Artık yaşlanıyorum dedim ona. Yaşlandık bile diye iç geçirdi o da. Sorun şu ki, insan öyle olduğunu  kendi içinden hissetmiyor, ama dışarıdan bakınca herkes bunu görüyor. "




" Bugün dönüp de geriye baktığımda, birbiri ardından yatağımdan geçmiş binlerce erkeği görüyorum, en kötüsüyle de olsa içlerinden biriyle kalmış olmak için neler vermezdim. Allah'a şükür ki benim Çinliyi tam zamanında buldum. Insanın küçük parmağı ile evli olmadı gibi birşey, ama yalnızca bana ait. "

" İnsan gerçekte olduğu değil, hissettiği yaştadır. "

" Biliyorsun Delgadina, şöhret çok şişman bir hanımdır, hiçbirimizle yatmaz, ama uyandığımızda hep yatağın karşısından bize bakmaktadır"

" Bir ölüyü giydirmekten daha zor şey yoktur dedim. Ben o işi çok yaptım diye karşılık verdi. Biri tutarsa kolay olur. "

" Sağanak sona erdiğinde ben hala evde tek başıma olmadığım duygusu içindeydim. Bulabildiğim tek açıklama, nasıl ki gerçek olaylar unutulabiliyorsa, asla olmamış olanların da sanki olmuşçasına anıların içinde yer alabildikleri biçimindeydi. "

" Hey-hat, bu aşksa, nasıl da acı çektiriyor. "

" Kıskançlık gerçeklerden daha fazlasını bilir. "

" O gece, uyuyan bir kadının vücudunu, arzunun zorlamalarına kapılmadan ya da edep duygusunun engellerine takılmadan seyretmenin inanılmaz zevkini keşfetmiştim. "

" Ahlak da bir zaman sorunudur. "

" Seks, insanın aşkı bulamadığında elinde kalan bir tesellidir. "

" Hayatın bana verdiklerinin hepsi buydu, ondan daha fazlasını koparmak için de hiçbir şey yapmamıştım. "

" Hayatımdaki huzur eksikliği günlük yaşamımdaki şaşmaz düzeni de yok etmişti. "

" Yazacak  hiçbir şeyim olmasa da, bana onca aşklar kaybettirmiş olan o yararsız titizliğimle her sabah kütüphaneyi elden geçiririm. "

"Yavrucuğum, bu dünyada yalnızız. "

" Doksanıncı yaşım geçip giderken, onun sayesinde ilk kez olarak kendi doğal halimle yüz yüze geliyordum. Herşeyin yerli yerinde olması, her işin zamanında yapılması, her sözün yakışık aldığı gibi söylenmesi gerektiği şeklindeki saplantımın düzenli bir kafaya yaraşır bir ödül olmadığını, tam tersine doğamdaki düzensizliği gizlemek için kendi uydurduğum bir yapmacıklık gösterisi olduğunu keşfetmiştim; cimriliğimi örtbas etmek için cömert gibi göründüğümü, akılsız olduğum halde ihtiyatlılık tasladığımı, içimde bastırdığım öfkelerime yenik düşmemek için uzlaşıcı olduğumu, sırf başkalarının vaktini ne kadar az umursadığım anlaşılmasın diye dakik davrandığımı da anlamıştım. En sonunda da aşkın ruhsal bir durum değil, bir burç işareti olduğunu keşfetmiştim. "




" Insanın sonunda başkalarının sandığı gibi biri olmaması olanaksız"


Benim Hüzünlü Orospularım-Gabriel Garcia Marquez

Yazmak. Denemek. Umursamamak ve devam etmek.

" Ömrümde yazı yazmaktan başka bir iş yapmadım, ama bende ne öykücülük eğilimi var, ne de yeteneği, dramatik yazı yazma kurallarından tümden habersizim; şimdi bu işe kalkıştıysam, hayatta pek çok şey okumuş olmamın verdiği zihin açıklığına güvendiğim içindir.  Açıkça söylemek gerekirse, hayatta hiçbir becerisi, parlak hiç bir yanı olmayan, soyu tükenmiş biriyim. "

Benim Hüzünlü Orospularım-Gabriel Garcia Marquez


Ne kadarda tanıdık değil mi? Ama herkesin parlak bir yanı mutlaka vardır. 



Yaramazın Defteri


Neden yaramazın defteri? Merak etmeyin bu beni okuyun, seçin, neden ben tarzındaki bir yazı değil. Hele ki şu seçim günlerinde. Bu tarz şeylerden yeterince bunaldığımızı düşünüyorum.
Sadece benimsediğim bu blog ismini açıklamak istedim. Öncelikle bana hitap eden bir isim bulmak oldukça zordu, blog isimleri bulmak baya yaratıcılık gerektiriyor. Şu an düşünen, arayanlara bol şans ve yaratıcılık diliyorum :)
Blog ismimi belirleyebilmek için en yakın olduğum ve muhtemelen şuanki tek düzenli okuyucularım olan 3 insanın başını oldukça yedim. Beni anlatması, bana özel olması için anahtar kelimelerimiz olan özgürlük, yaramazlık, kitaplar, baykuş, okumak, yazmak, defter, notlar kelimelerini özellikle eşeledik. En sonunda yaramazın defterine karar kıldık. İsim babasına burdan çooook teşekkür ederim.

Bu girişten sonra, en baştaki sorumuza dönebilirim. Evet tabiyki yaramazım! Bu çocukluktan gelen ve oldukça keyif aldığım birşey. Bu yaramazlığın içinde hergün vitrinlere tırmanma, nerede ne var yerlerini ezberleme, anneanne'ye ben senin paralarını nerede sakladığını biliyorum getiriyim mi deme, sokakta top oynamaya çıkarken annemin pahalı parfümlerini sıkıp gittiğim için annemin benden parfümlerini saklaması ve sonra nereye sakladığını unutması ve tabiyki benim yerini bilmem!, evdeki kırmızı rujlardan palyaço suratı yapmaya çalışmam ve o rujları çıkarmak için cif vb ürünler kullanmak zorunda kalmam şeklinde liste uzayabilir. Ama ne yazıkki bu hallerimden şikayetçi olan ailem bu duruma kimseyi inandıramazdı. Çünkü tanımadığım insanlara halen kendimi göstermem ve hanım hanımcık bir kız oluveririm :)  bütün işkenceyi yakınlarım çeker.
Burada yazılarımı okuyacak herkimse merak etmesin hanım hanımcık halimi görecek sadece.
Pekiiii neden defter? Günlük, günce vs kelimelerde oldukça gündemimizdeydi. Evet sıradan, basit biliyorum. Ama istediğim de buydu zaten. Başta günlükler olmak üzere yine çocukluğumdan beri defterler tutmaya bayılırım. Bunlar maniler, tekerlemeler, hatıra defterleri, anket defterleri, sevdiğim sanatçı defteri (sevdiğim sanatçıların resimlerini, röpörtajlarını kesip yapıştırıyordum), listeler, şiir defterleri olmak üzere yine çeşitliceydi.

 Bazı çocukluk alışkanlıkları gerçekten gitmiyor ve ben onları bırakmadığım içinde mutluyum.
Bu blog benim en yeni ve en güzel defterim olacak. Teknolojiye ayak uydurmak lazım değil mi :)

9 Ağustos 2014 Cumartesi

Benim Hüzünlü Orospularım - Gabriel Garcia Marquez / Kolombiyalı Yazar





Bu güzel kitap şöyle başlar;  "Hoşa gitmeyecek hiçbir şey yapmamalısın,
                                                     diye yaşlı Eguçi'yi uyarmıştı yandaki kadın. 
                                                     Parmağını uyuyan kadının ağzına sokmamalı
                                                     ya da ona benzer bir şeye kalkışmamalıydı."
                                                                             Yasunari Kavabata/ Uykuda sevilen kızlar

Kitabın konusu oldukça sıradışı; hayatı boyunca hiç bir kadınla ücretini ödemeden  birlikte olmayan bir adamın 90. Yaş gününde eskiden tanıdığı bir genel ev patroniçesini arayıp kendisine bakire bir genç kız istemesiyle başlıyor. Her ne kadar olağandışı ve nahoş bir durum olsa da bu, karakteri seviyor ve benimsiyorsunuz. Karakter o telefon görüşmesi için;  " ölümlülerin çoğunun ölüp gittikleri bir yaşta yeni bir hayatın başlangıcıydı o telefon" diye bahseder. Çünkü 90 yaşından sonra hayatının aşkını bulur!  

Kıza sakinleştirici etkisi olduğunu düşündüğüm bir çay  içirildiği için tüm gece uyur. O gece bunu takip eden gecelerde... Adam kıza bir isim verir, onunla konuşur, seveceğini düşündüğü hediyeler getirir ve aralarında sadece  beraber "uyumaktan" oluşan bir ilişki meydana gelir. Gün içerisinde kız hiç aklından çıkamaz olur, bütün ömrü boyunca tek başına yaşadığı evde sanki hep onunla birliktrymiş gibi onun yokluğunu hisseder. 

 Insan böyle bir şey gerçekten olabilir mi diye düşünüyor. Sadece  beraber uyumaktan doğan bir yakınlıktan insan aşık olabilir mi? Marquez'e göre oluyormuş. Bana kalırsa da düşülebilen herşey olabilir. Aşkın, -bu bir kurgu da olsa, 90 yaşında da olsan alışkanlıkları bozduğu, insanı istemsizce değiştirdiği belki biraz da aptallaştırdığını ve yeni yetme bir delikanlıya dönüştürdüğünü görmek güzeldi! 

Sonuç olarak ben kitabı ve yazarın anlatımını beğendim. Marquez kitaplarına benim gibi yeni başlayanlar için güzel bir başlangıç olabilir. Karakterin hayatı, düşünceleri, günlük telaşı güzel bir şekilde işlenmişti. İçerisinden sevdiğim kısımları bir sonra ki yazı da paylaşacağım. 





İlk kitap, son roman.

Yakında yayınlayacak olduğum yazı ilk kitap yazım olacak  aynı zamanda okumuş olduğum ilk Marquez kitabım. Aynı zamanda Marquez'in son romanı. Bu sebeple özeldir. Öyle ki ilkler ve sonu aynı anda barındırır.

Marquez uzun yıllardır okunacaklar listemdeydi ama ne yazıkki bir türlü fırsat olmamıştı. Onunla tanışmamın, öldüğü yıla denk gelmesi de ayrı bir rastlantı. Böyle büyük insanların gidişleri beni hep hüzünlendiriyor. Yaşasalar daha neler katabileceklerini düşünüyorum bırakıp gittikleri bu dünyaya. Yaşamına, düşüncelerine saygıyla eğiliyorum. Teşekkür ederim Marquez!

8 Ağustos 2014 Cuma

İlk adım..

Merhabalar, ben geldim, hoş geldim, mutlu, heyecanlı geldim. Sanırım her blog başlarda böyle başlıyor. Sonra zamanla ilgi azalıyor. Umarım ben öyle olmam. 
Bu blog ile işler nasıl yürüyecek? Bu blogda bir kitap kurdu olarak okuduğum kitapları yorumlarımla, beğendiğim kısım ve alıntılarıyla buraya aktarıcam. 
Özgün olmaya çalışıcam. 
Kitapların yanı sıra, her kişisel blog da olduğu gibi film-dizi-seyahat ve liste bölümleri de içerilecektir. Ama en önemlisi bu blogun bir günlük, bir kendinle konuşma, hayatı olayları anlamaya çalışma, düşünce ve fikir yazıları haline dönüşmesi temennim. 
Ilerde dönüp baktığımda güzel bir günce bırakma isteği. 
En en en önemlisi de 'ben' olabilmesidir. 

Sevgiyle kalın :)